Kente yalnızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın bahardı
Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın Bahar’dı
Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın Bahar’dı.
AŞK HAYATI
Sevmek gibi geliyordu her şey,
sevmek gibi gidiyordu kadın
adının anlattığı, canın tenini yakmasıydı
bir bulut evet ama aslolan
bulutun suyu yağmasıydı...
"Bir insanı sevmekle başlıyordu her şey"
ve boşanmak için
en az iki şahit gerekiyordu
BAŞKALAŞAN AŞK
Adını anmak güzeldi,
dost ağızlarda sana dair cümlelerin
ıslatılması...
Adını anmak...
Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel
avuntularına sırt çevirip senden söz açmak...
Biraz gülünç, biraz sitemkar...
güzeldi...
Adının Türkçedeki yankısı özeldi...
Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı,
Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında...
Denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikte....
güzeldi..
İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi...
Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum
şimdi...
Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok,
Kanlıca'daki yoğurdu...
ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir
aşkın mührüdür artık...
BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI
Sus pus olmuş, puslu bir İstanbul'muydu yüzün, yoksa
çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne
Dolmabahçe da çay tadında....
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında,
tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi... hani akrep'i seven ama
yüreği takvim yokuşlarında...
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı,
sesinin sesimde yankılanmasının... sanki perdedekine
üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün
içime... Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim
seyir defterimde.. ve ben amerikanca bir filmi kürtçe
seyrediyorum...
Kadın Beyoğlu'nun bir kış akşamında,
üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan
muzdarip yürüyordu... Adam da... Yürümek hiçbir şeyi
çözmüyordu, bazı Aralık akşamlarında... Parmağında
yaralı bir öyküyü taşıyordu adam... Kadının yüzünde
bir hüzün... Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...
Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...
... Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi, küçültülmüş,
daraltılmış... İlk sahibinin o pantalonla yaşadığı şeyler,
yani pantalonu pantalon yapan anılar, bazı ilkbahar
bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen
yazlar... Hepsi daraltılmış... Yaşananlara bir beden
büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık
olmak içinse erken... Beni sevda yerimden vurdu yine
zaman... Şimdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı...
BU YOL NEREYE GİDER
bir kuğunun boynuna dokunurken…
yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir
yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan önce
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan
yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir
iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela
yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda
GÜLÜŞÜN
Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Sarılışında ne düşler,
Ne düşükler,
Sakınamazsın.
Aynı yolları,
Kimsesiz mekanları,
Birlikte özleme hasreti...
Yalnızlığımın dert ortağı gastrit...
Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Bütün iç savaşlarda,
Rehin alındı bu yürek
Kandıramazsın.
Hangi çekilişin
Büyük ikramiyesi bu,
En uzak sevişmelerin
Yeni yetme utancı.
Lakin aşk,
Biraz da utanmaktır yaşamaktan,
Sakınamazsın...
Yeni yetmelik işine gelince:
O zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçede var.
Bazı dillerde yok.
Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Kime niyet kime felaket bu aşk,
Anlayamazsın.
Ödümüz patlıyor acı çekmekten
Oysa;
Biraz da acıdır,
Aşkın mayası.
Kaçınamazsın.
Gülüşündeki manayı saklayamazsın.
Tutunacak yerimiz yok,
Resmi tutanaklarda.
Gülüşünde bin yıllık hasret var,
Saklayamazsın.
..........................
Bu yazık karşılaşmanın
Alnımıza çakılıyor anafikri:
Kaçırıldığında da
Kaybolduğunda da
Ve cesetken de
Yakışıklıydı..
Amcamdı.
SANA BAKMAK
her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.
bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok
uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine
sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır
sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır
bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar
verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz
sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır
SEVEBİLME İHTİMALİ
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda,
solculuk oynamaya başladık..
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve
Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi..
Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri.
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim..
Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak..
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu..
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri.
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim
Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece
Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum.
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini
Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin
Korkuyordum
Sonra iniyordum otobüsten
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.
Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda..
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam
Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği
bir yol üstü lokantasında
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan
Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim
Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!
YAĞDIKÇA...
Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü,
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan
Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler
Çalan, çaldıran, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bir yağmur yağdı
Ben ağladım
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan
Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı
Ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay
bardaklarında
Hangisi talandı demli öpücüklerin
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saate gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?
Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım
Ben ençok seni götürdüm giderken
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları
Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı
Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı